27 Eylül 2014 Cumartesi

Kitap İncelemesi - 10: Grinin Elli Tonu, E L James


Grinin Elli Tonu
E L James

Orijinal Adı: 50 shades Of Grey
Pegasus Yayınları
Çeviri: Sevinç Tezcan
576 Sf

Kitabın Konusu: Edebiyat öğrencisi Ana Steele, rahatsız olan arkadaşının yerine ünlü iş adamı Christian Grey ile röportaja yapmaya gider ve aralarında oluşan etkileşimle yeni bir hikaye başlar. Birbirlerinden tamamen farklı hayatlarının tek bir ortak noktası vardır: arzu.

Kitap Hakkında: Bu incelemeyi yazmadan önce sanırım önyargı hakkında da bir şeyler karalamam gerek, zira bu güzel kitabı bu kadar geç okumamın tek sebebi bu önyargı. Fazla erotik ve porno içerikli olduğu söylenen Grinin Elli Tonu kitabını hep bu yüzden okumayı erteledim, Aşırı cinsellik içeren kitaplardan ne yalan söyleyeyim pek hazetmiyorum. Ancak kim bu kitaba porno demişse, işte orada gerçekten yanılmış. İnsan hayatının kendisinde doğal olarak bulunan cinsellikle, porno kavramlarının bu denli karışmasına hem üzüldüm, hem de pek şaşırmadım. Bu olağan gerçeği eserlerde yansıtmaktan kaçınmak olmaz, çünkü karakterlerimiz kadın ve erkek. Yansıtılan eserlere de porno demek haksızlık. Üstelik bu kitabın ilk yarısında öpüşme bile gerçekleşmiyor.

Seri, Gri - Karanlık - Özgürlük olmak üzere üç tonlamadan oluşuyor. Bana henüz Gri'yi okumak nasip oldu. O yüzden bu inceleme seri hakkında değil, sadece ilk kitap hakkında olacak.

Ana Steele ile Christian Grey'in tanışmasını ve birbirlerine çekingence yaklaşmasını anlatan Grinin Elli Tonu, kalbinizde sıcacık bir yer edinecek. Edebiyat son sınıf öğrencisi Ana, hayat hakkında pek de tecrübeli sayılmaz, kendisi oldukça saf , utangaç ve güzel bir kızdır. Birgün ev arkadaşının yapması gereken bir röportaja kendisi gitmek zorunda kalır ve başarılı girişimcinin şirketine geldiği an bu dünyaya ait olmadığını anlar. Şirkette çalışanlar bile ajanstan çıkmış gibi bakımlı ve güzeldir. Christian Grey'in odasına girdiğinde ise şaşkınlığı artar, karşısında son derece yakışıklı, genç ve zeki bir adam durmaktadır.

Röportaj esnasında aralarında oluşan tuhaf enerji; Christian Grey'in ısrarcı ve gizemli, Ana Steele'in
ise hayran ve meraklı ruhu ile daha da canlanır. Röportaj biter ama izlenimler iki tarafında hayatında önemli bir yer edinmiştir artık.

Christian Grey'in sapkın cinsel hayatı, Ana Steele'in masum yaşantısı için oldukça zorlayıcıdır ve bunun bilincinde olan Grey, çareyi kendini geri çekmekte bulur fakat, tutkunun kollarına kendini bir kez atmış olan Ana Steele için her şey o kadar kolay olmayacaktır. Grey, Ana'dan bu durumu gizleyip aralarında bir şey olmasını engellemek ister ancak Ana başına bela almakta usta biridir ve Grey'in korumacı karakteri onların sürekli bir araya gelmesine neden olur. Ortaya ise başına geleceklerden habersiz Ana ile tehlikeli adam Grey'in tuhaf aşk öyküsü çıkar.

Kitabı okuduğunuzda Christian Grey'e eriyecek ve hayatınızda o adamın aynısından bir tane daha isteyeceksiniz. Ve severlere müjde, kitabın 14 şubatta filmi de çıkacak. Karakterleri başta kitaptakiyle özdeşleştiremedim ama fragmanı izledikçe göz aşinalığım oldu, sanırım alıştım. 




Bu yazımın şarkısı ise, The Goo Goo Dolls - Iris.



- P.

22 Eylül 2014 Pazartesi

Müzik Listesi #1

Merhaba arkadaşlar, her paylaşımımızda sevdiğimiz bir şarkıyı da sizlerle paylaşarak ilerlemeye çalıştık ve sizlere kolaylık olması açısından on gönderiye bir, paylaşılanları listelemek istedik. Bugüne kadar dinlediklerimizin ilk listesi buyrun:


  1. Coldplay - Magic
  2. Cary Brothers - Run away
  3. Piano - Veronike decides to die
  4. Tyrone Wells - More
  5. Lana Del Rey - Young And Beautiful
  6. Plumb - Don't Deserve You
  7. Josh Turner - Your Man
  8. s.p.s. - Kasabian
  9. Röyksopp - Something In My Heart
  10. Snow Patrol - Run

Dilerim pazartesi sendromunuzu atmanıza yardımcı olmuşuzdur. Hepinize keyifli dinlemeler.

- P.

20 Eylül 2014 Cumartesi

Kitap İncelemesi - 9: Alaskanın Peşinde, John Green

Alaska'nın Peşinde
John Green

Orijinal Adı: Looking For Alaska
Pegasus Yayınları
Çeviren: Banu Talu


Kitabın Konusu: Bu kitap, yaşadığı şehirden başka bir yerde okuma kararı alan Miles'ın, bu yeni macerasında yaşadığı ilkleri ve Büyük Belki arayışını konu alıyor.

Kitap Hakkında: Eveeet, ben bir kitabın incelemesine başlamakta çok zorlanıyorum. Gözümü kapıyorum, tüm olaylar zihnimden geçiyor ve ben hangisini okuyucuya sürpriz bırakayım, hangisini buraya aktarayım, bir yer atladım mı, unuttum mu derken kendimi kaybediyorum. Sonra başlıyorum ve bir şekilde gerisi geliyor.

Kitabı bitireli on beş dakika olmadı ve içimde bıraktığı o taptaze hisle sizlerin karşısındayım. Bu John Green'in okuduğum ikinci kitabı, ilk kitabı tahmin edersiniz ki, Aynı Yıldızın Altında'ydı. İkisini pek kıyaslamak istemiyorum, birbirinden bağımsız eserler, "Hangisi daha güzeldi?" sorusuna cevap veremeyeceğim. Ayrı konular, aslında alakasız bir hikaye olmasına rağmen iki kitapta bana kalsa benzerlikler vardı. Bu da sanırım yazarın kendi karakterini eserine yansıtmasıyla alakalı. Hem Aynı Yıldızın Altında'da hem de Alaska'nın Peşinde'de konunun temelini oluşturan, kahramanın çok sevdiği bir eser oluyor. Buna ek olarak seçtiği baş kahramanların hep derin bir hayat görüşü oluyor, üstelik daha çok genç olmalarına rağmen.

Kıyaslamayacağım demişim ama yine de yapmışım bunu. Peki gel gelelim, salt olarak Alaska'nın Peşinde kitabına. Kitap, Miles Halter adında bir lise öğrencisinin yeni eğitim yuvasında başına gelenleri konu alıyor. Miles, ünlülerin son sözlerini öğrenmeye takıntılı, bugüne kadar içine kapanık biri olan ve evinde ailesiyle yaşamanın ona yeni bir şeyler eklemeyeceği düşüncesiyle sınırlarını genişletmek isteyen bir genç. François Rabelais'nin ölmeden önce betimlediği "Büyük Belki"nin arayışına başlıyor ve Culver Creek lisesine yatılı olarak kaydoluyor.

Orada tanıştığı arkadaşları; Albay, Takumi, Lara ve Alaska ile ilk içkisini, ilk şakasını, ilk dostunu ve ilk aşkını; kısaca hayatının ilklerini yaşıyor.

Bu kitabın arka kapağını ilk kez okuduğumda kesinlikle çok etkilenmiştim. Bir kitabı yazmak için illa ki çok değişik konulara, ilginç serüvenlere ihtiyaç yoktur... Geriye dönüp baktığımızda, bir işi birden fazla kez yapmışızdır, ama onu ilk deneyimlediğimiz an unutulmazdır ve John Green bu unutulmazlığı bizlere sunuyor.

Miles, arkadaşlarının ona taktığı ad ile Tıknaz, hayatında ilk kez bir birey olmanın keşfine çıkarken, ona bu yolda en çok yardımcı olan kişi ise Alaska Young oluyor.

Vanilya kokusu, sigara içişi, bakışlarındaki yeşillik, taze vücudu, okuduğu kitapları, zevk aldığı hobileri, hayata karşı tutumu ve daha nicesiyle Alaska, Culver Creek'in vazgeçilmez ismi. İnsanın hayatından rüzgar gibi hızlıca geçen biri ancak etkileri o kadar da kolay silinmiyor. Kendi ne kadar derin bir karakterse, insanlarda bıraktığı parçası da o denli anlamlı. Dokunduğu her hayatta anlamlaştırdığı bir şeyler mutlaka oluyor...

Başlarda pek severek okumuyordum açıkçası, derinlik bekliyordum ama lise ergenlerinin hayatıyla karşılaşmışım gibi geldi fakat kitap ilerledikçe, özellikle son kısımlarda inanılmaz bir hal aldı ve çabucak bitti. 

Kitap bir olayın, önce ve sonrasında yaşananları anlatarak ilerliyor. Öncenin bitimine ve sonra kısmında kitabı elden düşürmek de bir hayli zorlaşıyor. John Green son sayfalarda hep darbeyi koyuyor ve onların hepsini alıntı olarak yüklemek istiyorum ama elbette öyle bir şey yapmayacağım. :) Sanırım John Green okumayı burada bırakmayacağım ve diğer kitaplarına da el atacağım. :)



"Parçalarımızın toplamından daha büyük olduğuına inanıyorum."

"Dayanıklı olduğumuza inandığımız kadar dayanıklıyız gerçekten."




*



Son olarak, Snow Patrol - Run şarkısıyla hepinize keyifli okumalar ve dinlemeler diyorum. :)


- P.





14 Eylül 2014 Pazar

Kitap İncelemesi - 8: Aldatmak, Paulo Coelho




Aldatmak
Paulo Coelho

Orijinal Adı: Adultery
Çeviren: Emrah İmre
Can Yayınları, 271 Sf

Kitabın Konusu: 31 yaşındaki Cenevreli gazeteci Linda'nın kusursuz hayatına giren depresyon belirtileri ve bununla baş etmesi üzerine deneyimlediği maceraları anlatan bu kitap, imkansız aşkın gölgesinde parıldamaya çalışan duyguları bize sunacak.

Kitap Hakkında: Evet, uzun zamandır okumayı düşlediğim Paulo Coelho'nun son kitabı "Aldatmak" ile karşınızdayım. Daha evde duran ve okumam gereken bir sürü kitap olmasına rağmen bu bebeği raflarda bırakmaya gönlüm razı olmadı ve aldım. Kitabın adı ve kapak resmi içeriği hakkında hayli hayli bilgi veriyor bize ama Coelho'nun eserlerini biri size baştan sona anlatsa dahi okuduğunuzda yine yeni şeyler öğrenmiş olursunuz. Onun eserlerini böyle yapan da kaleminin güzelliği zaten.

Anne Karenina ve Bihter Ziyagil'in ardından şimdi de tarihin yeni tutkulu kadını Linda. Güzellik, zengillik, kariyer, sağlıklı iki evlat, evrenin kusursuz eşi yakışıklı kocası ve insanları şanslı kılan, aklıma henüz gelmeyen diğer ayrıntılara sahip bir kadın. Gençlik yıllarında düşlediği o hayatı gerçekleştirdi ama kendini mutlu hissetmiyor. Her sabah gözlerini açtığında tekrar kapamak istiyor ve bu düşünceye sahip olması bile kendini suçlu hissetmesine sebep oluyor. 

Her şey yolunda giderken kalbinin derinliğine giren bu mutsuzluğu nasıl yenebilir? Borcun verdiği sıkıtı parayla, hastalık hali sağlıkla, yalnızlık yeni bir insanla giderilebilir peki ya kusursuzluk anında mutlu olmak için insan ne yapabilir?

Sorusuna cevap bulamayan Linda, içinde bulunduğu durumdan kendini kurtarmak için sürekli bunun geçici bir dönem olduğunu hatırlatıyor kendine. O yaşadıklarını kabul etmek istemedikçe, karşısına çıkan en ufak ayrıntı bile hayatını mahvetmek için fırsat kolladığı bir canavara dönüşüyor. Tam o esnada karşısına ergenlik çağında aşık olduğu o insan, Jacob König çıkıyor ve Linda tutkunun yokluğunu gidermek için kollarını sıvıyor.

Linda'nın iş yaşantısı, kusursuz evliliği, yasak aşkı ve iç dünyasında ilerleyen bu kitap; aslında kadınlara dayatılan rolü de inceleme altına alıyor. Aldatan taraf erkek olunca normal karşılanıyor, belki ayıplanıyor ama çok da uçarı tepkiler verilmiyor; peki bunu yapan bir kadın olursa? Ve bu kadının eşini aldatmak için geçerli tek sebebi dahi yoksa? En bilinçlimiz bile, etrafında bir kadının aldattığını duyduğunda şok bir halde dinliyor onu. 

Halbuki Kübalı Şaman Linda'ya durumu açıklıyor, aslında erkekler kadınlardan daha fazla meyilli değiller aldatmaya, ikisi de eşitler ama kadın daha iradeli diye böyle istatistikler çıkıyor karşımıza ve bunu çok güzel bir örnekle dile getiriyor:

Erkeğin aldatması 11 dakikadır, ama kadın bunun meyvesini 9 ay karnında taşır.

Jacobla beraberken eşini aldatan, yuvasını tehlikeye sokan, çocuklarının geleceğini önemsemeyen bir şeytana dönüşen Linda, akşam ailesine kavuştuğunda sofrayı kuran bir melektir. Bu iki karakterin tek bünyede barınması onun uykularını daha da kaçırır. Fakat onun gibi insanlar hiç mi yok, hatta sayıları oldukça fazla... 

Jacob'a hissettikleri aşk mı? Tutku mu? Geçici bir heves mi?
Kusursuz evliliği artık tehlike altında mı?
Kocası her şeyin farkında mı? 
Bunların bir önemi yok.
Önemli olan sevgi.
"Çünkü yaşamak sevmektir."

Aldatmak, sadece sevdiğin insanı bir başka bedenle cezalandırmak değildir, yeri geldiğinde kendimizi, bir çocuğu da aldatabiliriz. Kaçınılmaz ve yanlış bir olaydır bu. 
Peki yanlış şeyler doğru insanlarla kesişirse ne olur? 

Bu kitabı okuduğunuzda, beklediğinizden daha farklı bir hikayeyle karşılaşacağınızı düşünüyorum. Çünkü bu kitapta bir insanı ancak sadece kendi suçlayabiliyor.
Herkesin herkese karışabildiği bir toplumda, 270 sayfalık bu aydınlık sizce de güzel değil mi?




Çok fazla altını çizdiğim yer olduğunun farkındayım, bunlar içlerinden elediklerim üstelik. Hepsini yayınlarsam acaba okuyanlara haksızlık mı etmiş olurum diye düşündüm fakat, "bu kısım belki de kitabı okuduktan sonra atladığı yerleri farketmek isteyen insanlar içindir," deyip yayınlama kararı aldım.




*



"Kadınlar sözcüklerle ifade edilemeyen bir lisanı anlama konusunda erkeklerden daha üstündürler."

"Hiç farkettin mi, trafik kazalarının ölüm oranı çok daha yüksek olmasına rağmen insanlar arabalardan çok yılanlar ve örümceklerden korkarlar. Bunun sebebi zihnimizin hala yılanların ve örümceklerin ölüme sebep olduğu mağara devrindeymişiz gibi işlemesidir. Aynı durum erkeğin birden fazla kadına ihtiyaç duyması için de geçerlidir. O zamanlar doğa, ava çıkan erkeğe şunu öğretmişti: Önceliğin, türünü devam ettirmek; olabildiğince fazla sayıda kadını hamile bırakmalısın."

"Sevgi duygudan ibaret değildir, bir sanattır. Sanatta olduğu gibi sevgide de ilham yetmez, emek vermeden olmaz."

"İnsanlar arasındaki büyülü ve gizemli ilişkileri sürekli anlamlandırmaya çalışan kişiler hayatın sundupu güzelliklerden mahrum kalırlar."

"Doğru erkeği sevmeyi öğrenmek mümkün müdür? Elbette mümkündür. Esas mesele, yoldan geçerken kapıyı açık görüp izinsiz içeri giren yanlış erkeği unutabilmektir."

"Korkan insan asla gerçekleri göremez. Hayallerinin arasında gizlenmeyi yeğler."

"Kıskançlık bize, 'Başarmak için onca emek verdiğin her şeyi kaybedebilirsin,' der. Gözümüzü kör eder; bizi sevindiren şeyleri, mutlu anlarımızı ve bu anlarda kurduğumuz bağları görmez hale geliriz."

"Yalnız kalmaktan korkmuyorum." diye sürdürüyor anlatmayı. "Kendimi kandırmaktan, gerçekleri kendi kafama göre görmekten korkuyorum."

"Asıl bulaşıcı olan korkudur; ömrümüzün sonuna kadar bize eşlik edecek birini bulamamaktan duyduğumuz o geçmek bilmez korku. Bu korku yüzünden akıl almaz şeyler yaparız, yanlış kişiye evet deriz ve tek doğru kişinin o olduğuna, karşımıza Tanrı tarafından çıkarıldığına kendi kendimizi inandırırız."

"Gördüklerini kalbine işle. Yaşadıklarını başkalarına göstermekten daha önemlidir bu. "

"Bilgelik ve tecrübe insanı olduğundan farklı birine dönüştürmez. Zaman insanı olduğundan farklı birine dönüştürmez. İnsanı olduğundan farklı birine dönüştüren tek şey sevgidir."

"Merhamet, sevginin kendini belli etme biçimlerinden biridir."




Bu da sizler için seçtiğim şarkı, röyksopp - something in  my heart.

Hepinize keyifli okumalar ve dinlemeler! :)

- P.


11 Eylül 2014 Perşembe

Book Tag #1 Circle Of Books



Merhaba arkadaşlar; ders seçimleri, vedalar ve hoşgeldinler derken yoğun bir haftanın ardından blogumuza ancak uğrayabiliyoruz. Bu yoğunluğun bir süre daha devam edeceğini belirttikten sonra yazımın asıl amacına geçmek istiyorum. Bu bizim ilk kitap etiketimiz olacak! Bizi bu etikete davet eden hesap ise, çok başarılı bulduğum sevgili glorrrybooks. Kendisini aynı isimle blogspot ve instagramda takip etmenizi şiddetle öneriyorum!


Bu etiketimizde toplamda 14 kitabı paylaştık. Hesabımız yeni olduğu için henüz okuduklarımızın incelemesini yazmaya fırsat bulamadıklarımız fazlasıyla mevcut. Bu yüzden bu etkinlikte ağırlıklı olarak daha önce bahsetmediğimiz kitapları seçmek istedik. İçlerinden henüz okumadığım, hatta daha bugün bile aldığım var. Değişik bir paylaşım olacak. :)


Çavdar Tarlasında Çocuklar - J.D Salinger


Çavdar Tarlasında Çocuklar, J.D Salinger'in bilindik tek kitabıdır ve kitabın Gönülçelen adında bir çevirisi daha vardır. Kitabın arkasında tanıtım yazısı olmadığı ve çok övgüler aldığı için büyük beklentiyle başlamıştım ve bu yüzden ki beni doyuramamıştı. Holden adında 16 yaşında bir karakterin, okuldan atılıp eve dönüş macerasını anlatıyor. Bu yolculukta insanlara karşı tutumuna, hayatın düzenine ve daha birçok şey hakkında bu asi gencin düşüncesine tanıklık edeceksiniz.








Veronika Ölmek İstiyor - Paulo Coelho

Kendisi Paulo Coelho'nun okuduğum ilk kitabıdır ve yazara büyük bir hayranlık beslemem de bu eser sayesinde oldu. Filmi de çekilen bu kitap, görünürde her şeyi yolunda olan genç bir kızın başarısız intihar girişimini, gözlerini akıl hastanesinde açmasını ve içtiği ilaçların kalbine hasar verip bir haftalık ömrünün kalmasını anlatıyor.













Aldatmak - Paulo Coelho

Fırından yeni çıkmış sıcak sıcak bir kitapla karşınızdayım sayın kitap kurtları. Şu an bunları yazarken bile elim ayağım titriyor. Yanlış hatırlamıyorsam 2 eylülde raflarda yerini alan Aldatmak kitabı, Paulo Coelho'nun şu ana kadar yazdığı son kitabıdır. Can Yayınları sağolsun kitabın alıntılarını twitterda paylaşması ile içim daha da bir kıpır kıpır oldu ve dayanamadım bugün aldım! Evet, daha yeni elime geçti bu kitap. Artık rafta onu bırakıp çıkmak içimden gelmedi... Yazarımızın kitap alıntıları ne kadar meşhur az çok biliyorsunuzdur, bıraksalar tüm satırları çizerim ki çiziyorum da. :) Bu da alıntıları ile beni cezbetti. Konusu imkansız aşk. Bayağı sürükleyici bir kurguya benziyor. Yazısını yazmak için sabırsızlanıyorum!

Sıfır Gün - Mark Russinovich


Bu kitabı, bilgisayar mühendisi adayı olduğum için bir yakınım önerdi ama sizlerin de kesinlikle sıkılmadan okuyacağını düşünüyorum. Siber terörizm konusunu ele almış yazarımız. Gerçek hayatta sahip olduğu bilgiyi bu kitabında döktürmüş diyebiliriz. Sanal bir felaketin kurgulanmasıyla oluşan bu kitabın arka kapağında insanların yorumlarını okuduğunuzda ürkeceksiniz.












Anlatmak İçin Yaşamak - Gabriel Garcia Marquez

Bu kitabı bu etikete koymamın sebebi, bu çok kıymetli yazarımızın kitaplarını okumak gibi bir niyetiniz varsa eğer, bu eserini sonlara sıkıştırma tavsiyesi vermekti. Ben bir hata yaptım, bilinçsizce ilk bu eserini aldım elime ve ağır geldi. Birkaç eserini okuduktan sonra kitabı bir daha okuyup öyle değerlendirmeyi düşünüyorum. Yazarın kendi anılarını anlattığı bu kitap, elbette böyle kaliteli birinin hayatını onun kaleminden okumak için muazzam bir fırsat. "Hayat, insanın yaşadığı değildir; aslolan, hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır." 










Yalancı İlişkiler - Tolstoy


Konusu ilgimi çekti, temeli insan ilişkilerine dayalı bu eserde, Marya'nın yaşça kendinden büyük aile dostuna olan aşkını ve evliliklerini anlatır. Bize biraz yakın, bizden çok az uzak...














Pink Floyd - Orhan Kahyaoğlu, Sinan Güler


İlginç bir başlık oldu değil mi? Evet, oldu oldu. Bu kitap, Pink Floyd aşığı babamın kütüphanesinde gördüğüm ve ondan habersiz aldığım bir kitaptır. :) Pink Floyd hakkında bilgilerin, şarkıların hikayelerinin ve orijinali ile çevirilerinin olduğu bu kitap benim için buram buram nostalji kokuyor. Şimdi sevdiğimiz müzik gruplarının kuşe kağıdı posterlerini duvarlara asıp, onlar hakkında bilgileri internette forum sitelerinde okurken; zamanında fanboy ve fangirl'ler bunu saman kağıdına basılı kitapları okuyarak yapıyorlarmış. :) Babamın daha nice kıymetli kitapları vardır: Nazım Hikmet, Aziz Nesin ve Agatha Christe serileri. :) Üstelik pek de kıymetlidir, bunu da şans eseri alabildim. Hala satılıyor mu bilmem. Kitabın incelemesini sizlerle yakın zamanda paylaşacağım. 


İki Şehrin Hikayesi - Charles Dickens


Henüz okumadım, ama okuduğum kitapta Charles Dickens övülür, o tartışılırken onun hiçbir eserini okumamış olmak beni çok utandırdı ve ardından bu eserini aldım. İlk fırsatta okumak istiyorum. :) "Fransız Devrimi ile Terör Dönemi kargaşasında yaşamak zorunda kalan bir grup insanın özel yaşamlarını aktarırken, dönemin acımasız toplumsal koşullarını da irdeler." - idefix'ten alıntı.













Milenaya Mektuplar - Franz Kafka 

Eveet, önce internetten sürekli alıntılarına denk geldiğim ve ardından okuma kararı aldığım bir kitap. Franz Kafka'nın yazdığı mektuplardan oluşuyor ve beni bilen bilir, mektuplara olan inanılmaz bir zaafım vardır. :) Kitabın göz korkutan tek yanı, belirli bir kurgu etrafında dönmediği için bazı anlarda biraz ara verilmesi gerektiği.











Yalnızlık Paylaşılmaz - Özdemir Asaf


Özdemir Asaf, bana şiiri sevdiren ilk insandır ve bu yüzden benim için yeri daha ayrıdır. Artık Sabahattin Ali ve Özdemir Asaf alıntısı okuduğumda, daha önce karşılaşmamış bile olsam onların kalemini tanıyabildiğimi farkettim ve bu beni inanılmaz mutlu etti. 















Yukarıda da belirttiğim gibi bu bizim katıldığımız ilk etkinlikti. Doğru mu yaptım, sizin için belirleyici oldu mu bilemiyorum fakat yaparken çok eğlendiğimi ve giderek kendimi geliştireceğimi belirtmeliyim. :) Blogumuz ilerlediğinde ve geniş vakitlerde diğer okuduğumuz kitapların da incelemesini yazdığımızda, bu paylaşımlarımızda daha önce bahsettiğimiz kitaplara daha çok yer vereceğiz. :) Ama daha yolun başında Glorrry bizi davet edince, yapmadan olmaz dedik ve böyle bir şey çıktı ortaya. Hepinize keyifli okumalar. :)



Bu yazının şarkısı olarak ise, s.p.s - kasabian'ı sizler için seçtim. İyi dinlemeler. :)

- P.

6 Eylül 2014 Cumartesi

Kitap İncelemesi - 7: Senden Önce Ben, Jojo Moyes




Senden Önce Ben
Jojo Moyes

Orijinal Adı: Me before you
Çeviren: Ayşe Görür
Pegasus Yayınları


Kitabın Konusu: Zengin ve yakışıklı karakterimiz Will, geçirdiği talihsiz kaza sonucu felç olup tekerlekli sandalyeye bağlı kalmış umutsuz bir insandır artık. Lou ise Will'in gri hayatının aksine, her şeye rağmen rengarenk olabilmeyi başarmış bir karakter. Ailesi ekonomik krizden etkilenmiş, iş ararken bu bakıcılık işine isteksizce başvurmuştur. Will ile arasında geçen atışmalı ilişki, zamanla birbirlerinin kalbine uzanan bir yolda ilerlemeye başlamıştır. 

Kitap Hakkında Yorumum: Evet, çok ses getirmiş bir bestseller ile karşınızdayım. Bu kitabı geçen yaz, 12 saat yolculuk yapmam gereken bir zamanda sürükleyici olur umudu ile almıştım. Blogu şimdi açınca, yorumlamak yeni kısmet oldu. Bana edebi bir değer katmayacağını düşünüyordum, bu düşüncelerimde de yanılmadım ama klasik alır, ağır gelir ve ilerleyemezsem, 12 saat o otobüste yalnız başıma kalırsam diye çok korktum ve tercihimi dillerden düşmeyen bu kitaptan yana yaptım. İyi ki de yaptım, kitap sayfaları ellerimde bir bir aktı, o uzun yolculukta bir an bile sıkılmadım ve eve geldiğimde yaptığım ilk iş sonda kalan o birkaç sayfayı, ağzıma bir lokma dahi atmadan okumak oldu.

Okuyalı bir yıldan fazla olduğu için, ufak bir hatırlatma maksadıyla ve insanların nabzını yoklamak adına kitabın adını internette arattım ve hoşuma gitmeyen birkaç yazı ile karşılaştım. Bestsellerlara yüklenen bir kesimin olduğunun farkındaydım ama bu kadar tepki beni pes ettirdi diyebilirim. Kitap eleştirilerinde herkesin kendine has bir üslubu olur, bazı internet sitelerinde görerek alışkın hale geldiğimiz argoyu bu üsluba yerleştirmek size kalmış, ama oturup iki satır karalamaktan aciz bir insanın, birden fazla çok satmış kitabı olan yazarlara böyle ileri geri konuşması hadsizlikten başka bir şey değil.

Senden Önce Ben kitabını satın aldığımda, hayat görüşümü değiştirmeyeceğini, alıntılarıyla kendimden geçmeyeceğimi, şöyle bir yaslanıp "Vay be ne kitaptı." demeyeceğimin farkındaydım. Edebi değerinin yüksekliğini düşünmedim bile alırken. Okuduğumda maksadım, beni içinde bulunduğum zamandan uzaklaştırmasıydı ve başarılı da oldu.

Bazı kitapları almadan önce onun neye hitap ettiğini bilip ona göre okumalı ve değerlendirmemizi de ona göre yapmalıyız. Bir insanın nasıl bizi nereye kadar götüreceğini az çok tahmin edip, ondan o kadarını bekliyorsak, aynı şeyleri kitaplar için de yapabilmeliyiz. Sen bu kitabı aldığında çok farklı bir boyuta geçeceğine inanıyorsan, zaten çoktan yanılmışsındır. Ama artık insanlara kalsa yeni bir yazarın doğması da imkansız... Çünkü en kaliteli yazarlar sadece geçmişte yaşarmış gibi bir zihniyetleri var.

Ne kadar yazsam öfkem dinmeyecek bu konuda. Özellikle "Bin bistsillir ikimim" diye etrafta dolaşan arkadaşlarımın bazılarının, o klasik diye alıp yarıda bıraktığı kitapları da iyi biliyorum ben. Böyle içi boş insanla çok karşılaştım, çoğu da böyle.

En iyisi bu kadar söylenmek yeter, kitaptan bahsedelim biraz da.

Etkilenmemeniz mümkün değil, insan olan herkesin vicdanına değinen bir roman olmuş. Bugün olmuş, hala Will karakterini düşündükçe kalbime gri bir hüzün çöküyor. Dağın zirvesinden bir anda başlangıç noktasına, sert bir düşüş yapan karakter düşünün... Ona yavaş yavaş yuvarlanma hakkı tanımadı hayat, bir anda çakıldı yere ve artık tek isteği ailesine ötenaziyi kabul ettirmek.
Kitabı okurken, "Hayır hayır hayır hayır," diyorsunuz, "Bu mümkün olamaz, sen yaşamalısın Will!" Ve imdadınıza da Lou yetişiyor. Lou belki Will gibi kötürüm değil, ama yetenekleri onun kadar körelmiş genç bir kadın ama bundan hiç de şikayetçi değil. O hayatından memnun ve Will'in de böyle hissetmesi için elinden geleni yapıyor.

Aksi, huysuz, kendi düşüncesini etrafına kabul ettirmeye çalışan Will ile ona kesinlikle katılmayan, hayatın her anında yaşamaya değer bir şeylerin olduğuna inanan Lou'nun hayatları artık kesişmiştir. İkisi de bugüne kadar inandığı yaşam biçimini diğerine naklederken; Will Lou'nun kötürüm olmuş sosyal yaşantısını, Lou ise Will'in felç bedenini canlandırmaya çalışır.

Sona yaklaştığınızda ise, gözyaşlarınız sel olmuş, sonucu tırnaklarınızı kemirerek bekliyor oluyorsunuz...



Bu yazının parçası olarak ise, Josh Turner - Your Man şarkısını öneriyorum. :)

Hepinize keyifli okumalar ve dinlemeler. :)

 - P.



Kitap İncelemesi - 6 : Böğürtlen Kışı


Böğürtlen Kışı, Sarah Jio

ARKADYA Yayınları, 357 sayfa 

Çeviri: Duygu Parsadan

''Kalbinizin derinliklerine işlenen acıyı tek kelimeyle nasıl dile getirirsiniz ?''

Sarah Jio ilk kitabını 2012’de çıkarmış,’Mart Menekşeleri’  kendini  okuyucunun ellerine bırakmış yeni  yazarlarımızdan yani, ne hoş. Benim ise okuduğum ilk Sarah Jio kitabı, üstelik 1 günde bitirilebilecek kadar akıcı bir dile sahip.

Kitap okuyucuları arasında bir kesim  var  best seller okumayan  ya da romantik kitaplar diyeyim. Sanırım boş geliyor onlara klasik yoğunluklu okumak istiyorlar.Anlayamadığım şey ise sen best seller sevmiyor olabilirsin, sana dolu gelmiyor olabilir, romantikten hiç hoşlanmıyor olabilirsin ama kalkıp best seller okuyucusunu kötülersen yerden yere vurursan olmaz, kitap okuyuculuğu benim gözümde bu demek değil.

Varacağım nokta şu işte Böğürtlen Kışı da öyle fazla düşündürmeyen ancak kalbinizde bir yerlere dokunan merakla okuduğunuz ama beyninizi de çok yormayan bir kitap. Açıkçası ben böyle kitapları hep sevdim ve seviyorum. Bana göre bir kitapta altını çizdiğiniz tek bir cümle bile olsa, o kitap sizindir, o cümle işte sizin ondan kazancınızdır.

Kitabın Konusu

Böğürtlen Kışı, bir annenin çocuğunu kaybettiğinde neler  yaşadığını anlatıyor. Tek çocuğu ve kendisi küçük bir evde yaşayan Vera Ray, bebeğine bakabilmek için çalışmak zorundadır. İşe geceleri gidip sabah geldiği için küçük Daniel’ını her akşam uyutur ve öylece çıkar evden, mayıs ayında mevsimsiz gerçekleşen kar fırtınasının olduğu bir akşam yine işe gidip geldiğinde, bebeğinin yatağının boş olduğunu görür. Kitabı okurken eminim ki özellikle anne olanlar çok etkileneceklerdir. Canından bir parça olan çocuğunun döndüğünde bıraktığın yerde olmaması nasıl bir acıdır?

Kitabın bir de ikinci bir kısmı var Vera Ray’in yaşadığı olay 1933’te gerçekleşiyor. Diğer kısım ise şimdiki zamanda yaşayan Claire Aldgride karakterini anlatıyor.Yani kitabımız iki zamanda geçiyor. Bu iki zamanı birleştiren şey ise mevsimsiz fırtına, Böğürtlen Kışı. Gazeteci olan Claire’den  yaşadığı zamandaki mayıs ayında patlayan kar fırtınasını araştırması isteniyor. Olaylar ise tam burada çakışıyor çünkü bu fırtına ilk değil seksen sene önce 1933’te yine aynı tarihte bir Böğürtlen Kışı olayı daha oluyor!

Kitap Hakkında

Benim kendi yorumuma gelirsek, klasik okumayı çok severim bana çok şey kattığını düşünürüm bunun yanında pembe kitaplar da vazgeçilmezimdir. Okurken beni içine alır sürükler, merak ederim, heyecanlanırım, anlayacağınız bu tarzı da çok severim. Böğürtlen Kışı da işte tam bu tarz; duygularınızı yükselten, empati kurmanızı sağlayan, ben asla öyle yapmazdım, evet ben de böyle yapardım dedirten, yani onunla arkadaş gibi konuşmanızı sağlayan bir kitap.
Okurken bazı genel notlar almışım sanırım bu kitaptan çıkardığım dersler olarak yorumlayabiliriz bunu. J Anne sevgisi, hamilelikte özen, felaketlerden sonra karı-koca ilişkileri, gerçek sevginin kaybedilemeyeceği, empati kurma yeteneği, sıralamışım böyle notlarımı. Bu kitaptan benim kendi adıma çıkardığım dersler.

Birkaç tanesini açacak olursam bu kitabın en önemli noktası bence bir annenin çocuğuna duydugu saf sevgi. Annelerimiz bizim değerlimiz, bizi sorgulamadan dinleyen, anlayan seven, yerine başkasını koyamayacağımız, sevgisini bitiremeyeceğimiz, en değerli hazinemiz. Kitabımızın annesi Vera Ray’in Daniel’ını kaybettiğinde yaşadıkları, dünyaya sığamaması, nefes alamaması, en küçük onu bulabilme umuduna tutunup hiç düşünmeden kararlar alması; anne sevgisinin büyüklüğü olsa gerek. O sadece bir kitap karakteri değil aynı zamanda gerçek, ne kadar değerli bir sevgi. Kitabı okurken bu sevgiyi anlayacağınız bir olay daha var ancak spoiler olmaması adına ben yazmıyorum, eğer okursanız anlarsınız. J

Kitabın sonlarına doğru dikkatimi çeken bir diğer önemli nokta  ise gerçek sevgi ne olursa olsun, dönüp dolaşıp sahibini buluyor. Bu ister anneye, ister sevgiliye istersen de bir eşyaya olsun. Sevginiz eğer gerçekse gidiyorsunuz, kaybediyorsunuz belki  ancak bu tam anlamıyla bir kaybediş değil. Mutlaka geriye gelip, onunla tekrar  kavuşuyorsunuz.Hayatınızda gerçek sevgiler olmasını dilerim J

Son olarak değinmeden geçemeyeceğim, fazlasıyla duygusal özellikle son sayfalarına doğru ilerlerken gözlerimin dolmasına engel olamadığım, satırlar yazmış Sarah Jio.

Bu tarz kitap severler için tavsiyemdir. Elimden geldiğince yazarımızın diğer kitaplarını da okumaya çalışacağım, kesinlikle stilini beğendiğim bir yazar oldu. 

Altını Çizdiklerim 

'' Görünen o ki Seattle büyük apartmanlara ve Starbucks'lara doymuyor. ''  (Görünen o ki tarihi ve yeşili katletmek sadece bizim ülkemizle sınırlı bir şey değil. )

'' Anahtarların sesi, aynı zamanda 'birlikte' yol alan iki insanın sesiydi. ''

'' Sırlar böyledir, her zaman yollarını bulurlar. Bu bir ömür sürse bile. ''

'' Bu dünyanın neyi vardı böyle? Kensington gibi bir soyadı sizi özel yapabiliyorken, Ray gibi bir soyadının sizi önemsiz, unutulabilir kıldığı bir dünya mıydı bu? ''

'' Gerçek aşkını kaybetmek, sağ elini kaybetmek gibi bir şey. Tam olarak böyle bir his. Her şey daha fazla çaba gerektiriyor. O yokken her şey daha farklı hissettiriyor. ''

'' Şu gözlerinle bana bir kere bakıp, dünyada inandığım ne varsa sorgulatabilirsin. ''

'' Gençlerin çoğu, bugüne ait olmayan hiçbir şeyle ilgilenmiyor. ''

'' Çoğu insanın sandığının aksine gerçek arkadaş, sen zor bir dönemden geçerken yanında koşan değildir. Bunu herkes yapar. Gerçek arkadaş, kendisi mutlu değilken senin mutlu olmana sevinen - hatta mutluluğunu kutlayan - kişidir. ''


Sizler için seçtiğim bu yazımızın şarkısı keyifli okumalar ve dinlemeler :)

-B.



2 Eylül 2014 Salı

Kitap İncelemesi - 5: Çavdar Tarlasında Çocuklar



Çavdar Tarlasında Çocuklar
J.D. Salinger

Orijinal Adı: The Catcher In The Rye
Yapı Kredi Yayınları, 198 Sf
Çeviren: Coşkun Yerli

Kitabın Konusu: Çavdar Tarlasında Çocuklar, 16 yaşında Holden Coulfield'ın okuldan atılmasıyla başlayan, evine giderken o dört günde başına gelenleri anlatan bir kitaptır. Kitap, birinci şahsın anlattığı, onun hayata karşı tutumunu sergileyen bir eserdir. 

Kitap Hakkında: Çavdar Tarlasında Çocuklar ve Gönülçelen adında iki çevirisi olan bu kitap, J.D. Salinger'in en bilindik kitabı olmakla beraber, dünya klasikleri arasında yer almaktadır ve Amerika'da birçok okulda öğrencilere okutulmaktadır. Salinger, uzun zaman boyunca tek başına bir çiftlikte yaşamış ve yanına kimseyi kabul etmemiştir. Kitabı okuduğunuzda anlayacaksınız ki, yazarın anlattığı Holden karakteri, hiçbir kaynakta belirtilmese de, Salinger'in ta kendisi olduğunu düşünüyorum.

Kitabı uzun zamandır okumak istiyordum zira aynı kategoride değerlendirilen kitapları - Ölü Ozanlar Derneği, Şeker Portakalı, Martı - çok severek okumuştum. Kitabın arkasında herhangi bir tanıtım yazısı yok ve ben de bu kadar beğenilmesine güvenerek çok büyük beklentilerle okumaya başladım ve büyük ihtimalle bu büyük beklentiler yüzünden istediğim tadı alamadım. Klasik olmuş bir esere "beğenmedim" deme hakkını elbette kendimde görmüyorum, kitabın gerçekten okunması gerektiğine inanıyorum ama başlamadan önce bu uyarıları belirtmekte fayda var diye görüyorum.

Kitabı değerlendirmek için yayım yılını da kesinlikle göz önünde bulundurmalıyız, 1951'de yayımlanan Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabı, dönemin şartlarına kafa tutan bir anti kahramanının dilinden anlatılmaktadır.

Holden Coulfield'in okuldan atılması ve ailesi bunu öğrenene kadar eve gitmek yerine New York sokaklarında geçirdiği 4 -5 günü anlatmaktadır. Bu günler içerisinde okulu, yurt arkadaşları, takıldığı kızları ve karşılaştığı diğer insanları nasıl analiz ettiğine tanıklık ediyorsunuz. Holden'ın memnuniyetini kazanmak asla mümkün değil. İnsanların iki yüzlülüğünden, riyakarlığından ve aptallığından şikayet etmektedir. Sinemadan nefret eder, insanların kendilerini olmadığı biri gibi yansıtmasından nefret eder, kendinden daha kalitesiz bir bavul kullanan arkadaşının bunun altında ezilmesinden nefret eder. Hiçbir insanın dışarı yansıttığı benliğine güvenmez. Kitaplara ve çocuklara gömülmüş biridir. 

Ona çoğu yerde hak veriyorsunuz, onu anlamak istiyorsunuz ama onun bir şey yapmadığını gördükçe, amacının bir şeyler değiştirmek değil, sadece şikayet etmek olduğunu gördükçe sinirlenmeden edemiyorsunuz. Tam bu esnada kendime hatırlattığım ufak ayrıntı ise, Holden'ın sadece 16 yaşında olduğu. 

Tüm bunların yanı sıra, Holden'ın sizin kalbinize dokunduğu dokunaklı sahneler de oluyor. Kız kardeşi ile konuşmayı sevmesi, sadece çocukların olduğu bir dünyada yaşamak istemesi aslında size Holden hakkında ipucu veriyor; o sadece samimiyet istiyor. Yalansız bir hayatta, herkesin hürce kendi olabildiği bir dünyada yaşamak istiyor. Bir kitabın içinde önerilen bir başka kitabın, bir şarkının, bir filmin olması beni hep memnun eder. Holden sevdiyse, ben de severim diyerek kenara not ettim tüm o paylaşımları. O an hissettim Holden'ı içten içe benimsediğimi, bana kendini çok güzel aktarabildiğini. Onu gerçek hayatında birinin anlaması çok zor, anca düşüncelerini yazması lazım. Ya başından savar insanları ya da küfürlü konuşur. Kısa keser dile getirmek istediklerini. Bir düşünüyorum, Holden bir arkadaşım olsaydı ben de yadırgar mıydım; bilemiyorum. Belki kitaplarda böyle karakterlere aşina olduğum için onun aslında iyi biri olduğunu hissedebilirdim. Zaten Holden'ı kitapta seven insanlar, derinlerde bir yerde onu keşfedebilmiş kişiler.

Dili çok basit ve orijinalinde argolu olmasına rağmen - ki keşke Türkçe çevirisinde de argolu olsa dediğim de oldu, çünkü Amerikan filmlerinden alışkın olduğumuz "lanet" kelimesi kitabın her sayfasında yer almakta ve bazı noktalarda o kelime için "küfür etme" diye Holden uyarılmakta - bazı paragraflar, cümle ve düşünceleri okuduktan sonra beş saniyeliğine kitabı göğsünüze yaslıyor ve tavana bakarak o sahneyi düşünüyorsunuz.

Bir kitapta, altını çizdiğiniz tek bir cümle dahi varsa, ve o cümle sizi baştan sona çok etkilemişse; işte kesinlikle siz kazanmışsınız demektir. O kitabı iyi ki de okumuşsunuzdur.

Ama alıntı olarak bu yazımda sadece tek bir şey paylaşmak istiyorum çünkü kitabın arka kısmında bile içeriği hakkında bir şey yazılmamaktadır. Okuyucu onu okuyarak keşfetmeli. Kitabın kendisi zaten o alıntılardan oluşuyor, büyük bir olay çerçevesinde gelişmiyor, onları da yazarsam bir anlamı kalmaz. Online satış sitelerinde kitabın son sayfası tanıtım yazısı olarak eklenmiş. Buna gerçekten çok sinirlendim ve böyle sitelerin bu hatayı düşmesi beni şaşırttı. 

Eğer okursanız, en sevdiğim kısım ise, kitabın adının nereden geldiğini anlatan o ufak paragraf. Not defterime gülümseyerek eklediğim o kısım bile Holden'ı sevmeniz için yeterli olacaktır.

"Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabileyim istiyorsanız, o kitap gerçekten iyidir. Ama öylesi pek bulunmuyor."

Kesinlikle katıldığım ve yaşadığım bir alıntı bu. Salinger için aynısını ister miydim? Yakın arkadaş olarak değil de, onu daha iyi keşfedebilmek adına bir iki sefer buluşup konuşacağım bir arkadaşım olmasını isterdim, evet.



Bu yazının şarkısı olarak ise, Holden'ın bitmiş olduğu Great Gatsby kitabından uyarlanan filmde çalan, benim de sevdiğim Lana Del Rey - Young And Beautiful parçasını paylaşıyorum.

Eğer fırsat bulursam, kitapta geçen diğer eserlerin de adını bir liste yapıp burada paylaşmayı çok isterim.

Hepinize keyifli okumalar ve dinlemeler. :)

- P.

1 Eylül 2014 Pazartesi

Kitap İncelemesi-4 : Beyoğlu'nun En Güzel Abisi, Ahmet Ümit



Beyoğlu'nun En güzel Abisi
Ahmet Ümit 

Everest Yayınları, 412 sayfa

''Aşk, yaşamı; cinayet, ölümü sıradanlıktan kurtarır.''

Kitabın Konusu

Yılbaşı gecesi işlenen bir cinayet... Tarlabaşı'nın arka sokaklarında bulunan bir erkek cesedi. Öldürülmüş erkeklerin en yakışıklısı, belki de en kötüsü. Karanlık sırların ortaya çıkardığı utanç verici bir gerçek. Gururlarının kurbanı olmuş erkekler, onların hayatlarını yaşamak zorunda olan kadınlar. Bu cinayetler yatağında, bu kötülükler bahçesinde, bu insan eti satılan can pazarında masumiyetini korumaya çalışan bir adam. Bir zamanlar İstanbul'un en gözde yeri olan Beyoğlu'nun hazin hikâyesi. 


Kitap Hakkında 

Türkiye’de polisiye roman alanında kendinden fazlasıyla söz ettiren bir yazarımızdır, Ahmet Ümit. Okumayı  uzun zamandır istememe rağmen fırsatını henüz  yeni  bulabildim. Diğer kitaplarını okumayı da sabırsızlıkla bekliyorum.

Bu türde okuduğum ilk roman olmakla birlikte aynı zamanda ilk Ahmet Ümit kitabımdır. Bu nedenle değerlendirmemi  okurken bunları da göz önünde bulundurursanız çok memnun olurum.
Polisiye hakim olduğum bir tür olmamasına rağmen çok sevdiğimi ve devamını getirebileceğimi söyleyebilirim. Bu nedenle her ne kadar okuyan çoğu kişi ‘’Ahmet Ümit’in en vasat romanı’’ dese de, beni bu türle tanıştırdığı için kitabı çok sevdim.

Okurken sanki Beyoğlu’nun o eski binalarının arasında dolaşıyormuş hissi veren, seni içine çeken, yeni  ve tehlikeli bir hayatla tanışmamı sağlayan bir kitap oldu. Herkes hayat sanki sadece kendi yaşadığıymış gibi sanıyor işte kitapların bize sunduğu en büyük güzellik de bu olsa gerek, ‘farklı hayatlar göstermek’.
Mafya babaları, rant meseleleri, paranın ortada dönüşü, kadının ve kadın bedeninin hiçbir değerinin olmadığı erkeklerin kadınları sanki kendi mallarıymış gibi gördüğü bir hayat okudum.

Bizler her ne kadar uzak olsak da bunları yaşayanlar, yaşatanlar var ne yazık ki.

Baş karakterimiz Komiser Nevzat. Sanırım Ahmet Ümit’in diğer kitaplarındaki karakter de bu kişi ancak benim okuduğum ilk kitap bu olduğu için kıyaslayarak yorum yapamayacağım.
Komiser Nevzat, hepimizin polis mesleğinde görmek isteyeceği tarzda işini yapan, lakabının hakkını veren birisi. Ben Nevzat Komiser’i çok sevdim, dolayısıyla ona yaşam veren Ahmet Ümit’i de. Kesinlikle okumaya devam edeceğim bir yazar. Aynı zamanda kitabında bolca Gezi olaylarına yer verdiği için ekstra sevgimi kazanmış durumda.

Katile gelirsek, beklediğim biri değildi tabiki ancak öyle çok da sağ gösterip sol vurmamış Ahmet Ümit, sanıyorum diğer kitaplarında o katili öğrenince ‘şoka uğrama’ durumu daha yoğun. Katili öğrendiğim sıralarda içimden geçen cümle ‘ nasıl çözülüverdi birden’ oldu. Yani çözülme süreci birden gerçekleşti aslına bakarsanız böyle bir şey beklemiyordum. Sanırım tek olumsuz yorumum da bu yönde olacak.

Hızlı okunan ve kendinizi olaya kaptırmanızı sağlayan bir dili var, en azından bana bu şekilde etki etti. Beyoğlu anlatımları ve betimlemeleri ,İstanbul’da yaşayan biri olarak, Beyoğlu’na birçok kez giden biri olarak merak duygumu tekrar tekrar uyandırdı, gözümde canlandı oralar..

Özellikle sonlara doğru elden düşmeyen bir kitap olmuş ilk bölümlere göre son sayfalar daha hızlı okunuyor. Benim için bir kitabın başı ve sonu çok önemlidir, sizi içine sürüklemesi açısından. Bu kitabın sonunda da o istediğim tadı aldım. Ve evet kesinlikle tavsiyelerim arasındadır. Elinize alın ve İstanbul’un Beyoğlu semtinde gezintiye çıkın, hayatın bazı insanlar için ne kadar da acımasız olduğunu göreceksiniz.

Komiser Nevzat’ın diğer maceralarını okumak için büyük bir istek duyarak kitabımı tamamlıyorum.



Altını Çizdiklerim


''Hayatın çiğneyip tükürdüğü insanlar..''

''Etraf o kadar ıssızdı ki elli metre ötede birinin öldürüldüğünü bilmesek, sağlı sollu sıralanan sokak lambalarından süzülen sarı ışıkların altında uçuşan kar taneciklerinin yaydığı bu sahte huzura bile inanabilirdik.''

'' Aşk dünyanın en iyi mazeretiydi. ''

'' Bedenimi, aklımı yormalı, o kadar yormalıydım ki hatırlamaya, hissetmeye, düşünmeye mecalim kalmamalıydı. ''

'' Gece, yaşlı şehirlerin kusurlarını örten siyah kadifeden bir örtüdür. ''

'' Gezi Parkı'nda neler yaşandığını hatırlıyordum, korkunçtu. Hükümet acımasızca sürmüştü bizim çocukları göstericilerin üzerine. Hepimiz için utanç vericiydi. Bir kez daha anlamıştık ki bir ülkede otoriter bir yönetim varsa ilk kaybeden polis teşkilatı olurdu. ''

NOT: O kadar fazla yerin altını çizmişim ki sizlerle paylaşabildiğim sadece bu kadarı. Anlaşılan güzel cümleler açısından da doyurucu bir kitapmış. :)


Tyrone Wells - More, sizin için seçtiğim bu yazının şarkısı keyifli dinlemeler efendim.

Herkese bol ve iyi okumalar :)

- B.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...